Acıyı Duyan Hisler
Rüşvetsiz verilen aklın değeri
Yok olmaz insanın içinden
Sayısız gözüken dünyalar beri
Var olmaz saysa da biçimden
Gözlerden akan yaşlar
Gökyüzünde üstümüzde dolaşan bulut
Haydi gel
Sel olan varlığında
Acıyı duyan hisler
Uzak gibi duran huzur
Kendini adamış yokluğa
Yokluk ve yoksulluk
Gören gözlerde saklı
Aslında aklın varlığı
Bunu anlatmakta bizlere
Ve de aklın varlığı haklı
Dokununca
İşit ve hisset
Unutmamalısın
Unutma ki içimde her an
Ağaran Dağlar
Ağaran dağlar
Geçit vermiyor
Yürümek
Kıştan bahara
Sevdadan acılar
Geçit vermiyor
Sürünmek bu dardan
Sürünmek buralardan
Sürünmek o diyarlara
Kuşlar kanatlanır
Uçamaz ufuklara
İnce sızı
Kalbim
Akıp gider
Tepelerden
Akıp gider
Yüreğimden
İçimde akan su
Yükselir ağır ağır
Seslenir uzaklara
Eller kenetlenmeden
Sis ve sevda
Döşektir bana
Perdeler ne arar
Çıkın aradan
Kurtarın dardan
Beyazlık ve güneş
Sevdalara eş
Toprak suya hasret
Tümsekteki taşlar
Yolunda engel
Sıcaklığı yakacak
Beri gel o yerlerden
Ağlayan Çocuk
Sen oynarken sokaklarda
Ellerin kirliydi dizlerin yaralı
Gözlerin dolu dolu olurdu
Oyuncaklar kırılır
Parçaları kalırdı
O yaz hep beraberdik
Sen büyüdün
Ancak hiçbir şeyi fark etmeden
Sen acı nedir bilmeden
Sen yüzüne gül sürmeden
Şefkat dolu ellerin
Anlamlı bakışlarında her sabah
Yoklukta üşüyen çocuğu düşünmeden
Ey çocuk kış geceleri çok uzun
Pencere önlerinde kuşlar ve kar
Böylesi günler insanda yürek yakar
Bacalardan yükselen görüntüler
Kitaplar kalemler
Hayatı doldurmuşlar çantana
Yüklemişler sırtına
Almışlar oyunları oyuncakları
Hiç oyunu oyuncağı anlamadan
Sen ağlayan çocuk
Ah Erzincan
Gelirken ağlar insan
Gülmeyi düşünmeden
Gönül bu
Yaralı durur
Gelmeden
Görmeden
Gülmeden önce
Varınca Erzincan’a
Varlığında can
Varamadan anlamazdı
Vadilerden uzak
Var ol Erzincan
Yaşamak ovasında
Yarınlarsa güzel
Yazları özlem dolu
Yazılarda sımsıcak
Yaylalarda olacak
Yüksekteki çiçekler
Giderken ağlar insan
İstemez ayrılmayı
Tertemiz bu arzda can
Matemli gibi
Erzincan gidiyorum
Ah Erzincan
Anlasana
Ağrı sızı hastalık
Hazinedir insana
Sesinde varsa kısıklık
Manadır sanadır anlasana
Ne gam ne keder
Götürmez bir sona
Dalgın dalgın durur
Ne uyur ne gezer
Bitirmez anlat ona
Algılarda uçuşur
Pişmanlığa yönelir
Gidişinde korku yok
Nefsin zamanla bil
Ellerinle tut
Hayatta tutunup
Ekmeğini
Ellerinle dil
Delilik tohumunu saç
O vakit etrafına
Ay Işığı
Güneş tutulsun
Ortalık yansın nara
Kızılca kıyamet
Haykırış ve sesler
Avazın çıktığı kadar
Etrafa savur nara
Ay tutulsun
Ortalık olsun kara
Aydınlığa hıyanet
Kesilen nefesler
Uzaklara daldığın kadar
Düşer mi insan dara
Dünya cehenneminde
Dönen eksenin
Ne ay ışığı
Ne de güneş
Aydınlığında nedenin
Kavrulur aşkına
Kavuşunca semada
Durulur
Belkıs
Gönül dilerse gözler
Zehrin kalbe akışını
İçin için yüreğin
Yanardağlar gibi coşkulu
Yanışını gözler
Gönül dilerse bakar
Yüreğinde tomurcuk
İçini kaplar kocaman
Hem de sıcacık
Gönül sümbül mü
Süleyman mı
Yoksa saraylarda Belkıs mı
Ne engeli vardır onun
Ne de pürüze takılır
Mesafeler kısalır
Belkıs’taki dermanın
Bence dünya döndükçe
Akıp giden
Kıyamete dek süren
Bu gönül devranın
Ben
Gözden kalbe
Gider akıldan öze
Sözde yol var geceden gündüze
Gönlüm dikiş tutmaz
Aklımdaki bulgular
Aklım beni yanıltmaz
Yatan aslan uyanmaz
Düşünce şaha kalkmaz
Yasa bürünür içimdeki yasa
Tasa dolar birer birer
Vermeyin beni ellere
Vermeyin benliğime tasa
Damarlarım çok sıcak
Düşüncem ah düşüncem
Bilmem ki nereye sığacak
Dönüyor döndükçe
Süzüyor eziyor
Geçiyor gidiyor
Durmuyor bende
Hiçbir gönlün durağında
Bu son uğrağında
Dönen benim
Bu dünya cehenneminde
İstesen de istemesen de
Gülmesen de gülsen de
Nefesleri tutuktur enselerde
Gelip giderler
Kalan ben değil
Kalan bu son nefesimde
Hazanda gördü
Akıtmaz yaşını
Derinden derinden
İçin için
Ayıklayın taşları
Ne yapsam ki
Gel de bu işin içinden çıkın
Yüzünden bellidir içindeki renk
Vermiyor bize güven
Belli belirsiz ahenk
Durulmaz kalbimin amiri aklım
Ne ben uzağım
Ne de bana ben yakın
Uzak değil ki bunlar
Uzak bana çok yakın
Bir Gündüzün Bitiminde
Kaynaktan duru su içtim
İçimde çatlamış kuraklık
Dilimde adın
Yüreğimde varsın
Yaşarken her adım
Ayrılık
Kavuşmak gönle keder
Gözüm güler
İçim güler
Yazılan cümlelerde
Sarhoşluk tepemden geçmedi
Sürgünde düştüm ben bu derde
Beklenmedik günde
Güne yolcu oldum
Akşam karanlığında
Sabahlar içimde özlem kaldı
Çünkü hayat
Sonbaharına vardı
Nergisler ilkbahar açar oysa
Niçin eylül ayında hüzün var
Dağ çiçeklerinde sarı altın
Dağ keçileri koşarken
Kaderin tutulmaz nesi var
Elinde boş bir kağıt
Sadece adınla dolsa değer
Gerçekten özlem varsa eğer
Vaktin çocuğu demişlerdi
Vakte sığmadı
Vakitlerin bulutların gerisinde
Batıp giden güneşe mi
Yoksa ayın on dördüne mi yanayım
Yaktı beni kuraklığın
Bir gündüzün bitiminde
Eksilen artan zaman
Eyvah halime
Eyvah hayat yalan
Bana kalan
Günahtan arınmamış
Sınanmamış
Sadece sadece bir zaman
Sulara karışmış
Yağan yağmurda
Uğrağın ben olmasam da
Kaybolan umut
Varlığımda simge
Ateş ve su
İnkar edilemez bir imge
Dudak kuruluğunda su
Ulaşmadaki ateş
O kupkuru dudağın yok mu?
Benim Öğretmenim
Harfler kelimeler
Kitaplarda güzel
Gönül mumunu yakmış
Bilgisiyle gider öğretmenim
Ya öncüdür sevgide
Ya sözünde özünde
Büyütür öğretmeni
Öğrencisi gözünde
Duyguları aydınlık
Önündeki yıllara
Eğilmez başlar hiçe
Düşürmedin dilinden
Sen öğretmenim
Toprak suya hasret
Sen öğrencine
Baharın sular gibi
Tatlı tatlı bakışın
Gürül gürül akışında
Yarınlarda
Sen varsın öğretmenim
Yüzünde sözlerinde
Uzaklar bize uzak
Eller dolu çiçek çiçek
İşte sen varsın ya
Sen benim öğretmenim
Bir Haset Uğruna
Ahmağın dostluğu
Zarar verir sahibine
Kötü düşman
Kara duman kaplar
Her yanını
Sülük gibi yapışıp
Emdikçe kanını
Azar azar sindirir
Yaktıkça canını
Bir haset uğruna
Dosta yaranmaz
Düşman kesilir başına
Utanmaz bakamaz
Terk eder bir telaşın doruğuna
Taç bağlasaydı keşke
Taş yığsaydı bağrına
O zaman dindirir
Merhem olur ağrına
Bir Hiçmiş
Zerrede güneşi görmek
Seyrine dalmadan
Damlada dünyaya bakıp
Geçti yaşanmışlığım
Geçti zamanlar
Dönmez sabahın seher vakti
Gülüşün güneşin sıcak teni
Davran
Yaşanmamış
Yaşlanmamış bir aman
Yaşanmayı bekleyen zaman
Sanki başım dumanlı
Esen yellerden anladım
Burnundan soluyan
Savaş atları gibi
Ömrümü soludum
Hakikat bir hiçmiş
Gelip geçenlere
Bakınca anladım
Hakikat bir gerçekmiş
Uzun uzun düşünüp
Derin derin dalınca anladım
Bir Kelebek Gibi
Senden aldım kalemi
Sendeki sevgiyle
İlgiyle
Bilgiyle
İçimden attım elemi
Bir kelebek gibi
Kozanda beni sakladın
Ak saçlarına bakmadan
Yüreğinde büyüttün
Gözün gibi
Özün gibi
Baktın
Sen öğretmenim
Bir Kurt Kemirir
Bir kurt kemirir
Ağaçları meyveleri
Dalları yaprakları
Ve beni
İçten içe her demi
İçinde sular coşar
Dolar her sabah
Evlerinin bahçelerine
Şefler ve şerefler
Yeniden bir şeyler konuşur
Yalansız riyasız
Geleceği hedefler
Şer ve şeref
Hey be nerde
Ne insanlık ne hedef
Kaynatır içindeki ateşi
Odun attıkça kişi
Bitmeyen Bu Sokaklar
Bir deli baktı bana
Elinde testisi
Gözü kanlanmış meğer
Aykırı bakış bu
Bence delilere değer
At üstünde zor durur
Çünkü duramaz yeri değil
Deli bu hayvan
Üstüne vurulmaz eğer
Geceleri yarasa
Taşlara selam verir
Güneşe kar mı dayanır
Zemheride çiçek açmaz
Soğuktan çatlar dudaklar
Ömrümü yedi yürüdükçe
Bitmeyen bu sokaklar
Bizim Hasan
Sayı saymak
Saygın kabul edilir
Hasan’sa duran
Demir parçası
Elinde savrulan
Sessiz sevdasız
Gösterişsiz edasız
Bu bizim Hasan
Akşama kadar durmaz
Hiç de yorulmaz
Sorsan nedir bu
Boynunu büker
Der gibi
Bu da benim yasam
Bu bizim Hasan
Ömrünü kaldırıma
Bir mıh gibi
Çakar her gündüz
Bu mu senin yasan
Bu bizim Hasan
Bütün Kırmızılar Güzel
Bütün hiçlerim sana kurban
Belki yırtıksa urban
Dardır yolları gümüş tarlanın
Anısı derinde
Buğulu bakışların
Sarhoşluk tepemde duman
Elimle itsem de
Gelsen de gelmesen de
Ölümsüzlük heyecanı
Derin bir nefeste düğümlü
Ve gitmesen de
Selviler gibi düzgün
Yaşıyor dört bir yanımda
Karamsarlığı attım
Karanlıklar beni yutmadan
Ağrıyan yanımda sen
Zeytin dalıyla hasret
Güvercinlerin uçuşu
Cami avlularında
Esen rüzgarlara eş
Sinsin derinliklere çevrem
Düşsün yere gözyaşı
Laleler kırmızı
Bütün kırmızılar güzel
Hayatım renklerim
Korkarım böyle kalır
Alır beni sefadan
Sürükler peşin peşin
Hiç aklımdan çıkmayacak gidişin
Can
Can ol da can yoluyla canı tanı
Can derununda can başkası yabani
Müşkül nerde can orda
Can nerde canan orda
Kul canda kalmadıkça darda
Cevherleri içinde saklı can
Canı çeker ta içten can
Aldığım nefes verdiğim can
Verdiğim nefes bulduğum can
Bu can emanet cana
Can coştu bir kere
Sığmaz artık canana
Can oldu ayın on dördünde
Candan kopan değdi bana can
Nurunda ben aksinde canan
Narında yandı canan oldu can
Candan Gönülden
Evsiz barksız kimsiz kimsesiz
Afetsiz felaketsiz sessiz sedasız
Mürüvvetler ayak altı
Dinlenmek rahat etmek
Kaygısız
Sayısız çare
Kurtuluş pençesinde
Kurtuluş bunun neresinde
Hayaller ona erer
Yeşerir onda her dem
Sabır güzel hayallerle tatlanır
İnsan sonucuna katlanır
Süreç devam ettikçe
Sabır olur baş tacı
İnsan çekse de acı
Hırs yakar için için
Sabır yolunu seçin
Hırs hendeklerini geçin
Candan gönülden
Canım Sana Aşina
Canım sana aşina
Ay yüzüne
Gülen yüzde
Kalem çeksen kaşına
Elindeki çırası
Geceler çok uzun
Kışlarda sıcak güzel
Bilekle çözülmez
Sargı sarsan
Ellerinle her defasında
Sabaha dek uzar
Bitmez sözü
Çünkü Adem ile Havva
Özleminde saklı
Belki de Yusuf peygamber haklı
Elinde değil ki
Kimse durduramaz
Bu akan gözyaşı
Bu yakan yürek yarası
Ne içinden silinir
Gecenin karanlığı
Belki de hiç istemez
Gündüz gelsin diye
Hasretle ölesiye
Çağrı
Sevgiler pınar olmuş
Akıyor yüreklere
Akıp akıp durulmuş
Asırlardan
Gelecek zamanlara
Çağrı bütün zamana
Çağrı bütün mekana
Çağrı her yana
Hem de yana yana
Hem de kana kana
Herkese sana bana
Kardeşlik ölümsüzlük duydu
Bütün insanlığın
Susadığı
Gerçek
Buydu
Özünde oluşacak
Asırlık çınarların
Hayır savaşı değil
Barışı söyletmeliyiz
İdrakine asrın
Çanakkale’den Duygular
Anadolu’nun seçkin köşesi
Çanakkale Gelibolu
Büyülediniz ilk gördüğümde
Doğal güzelliğinizle
Durdum baktım hissettim
Atalarımın nasıl destan yazdığını
Tarihe yeniden adını kazıdığını
Savaşın zaferin ne anlama geldiğini
Şimdi ordayım
Şehit kanlarıyla sulanmış
Cennet kokan toprak
Şehit kanlarıyla büyüyen
Kan rengi lalelere bakıyorum
Ah ne oldu buralara
Ah ne de kan rengi her şey
Güneş bile batışında hüzün saklı
Kan kırmızısı giymiş burada
Çanakkale seni gördüm
Sinende gömülü şehitler
Hiza hiza saf saf
Hoş geldine geldiler
Ulvilik bilmecesi dediler
Bu koku güzel kokar
Cennet köşesinden
Dünya insanlarına seslendiler
Yeşilin mavinin dostluğun
Varlığında buluştuğu yer
Anlamları sonsuzluk
Anlında parlayan nur
Seni arar seni bulur
Aziz millet
Eğil biraz
Eğil de alnından öpeyim
Kan iman ve irfanla birleştiniz
Çağlara ufuk
Nesillere muştular sundunuz
Şimdi gördüm seni
Daha iyi anlamak için
Kahreden kinin
Sevgiye dönüşen dünya
Umuduyla
İşte Gelibolu
sen Çanakkale
İnsanları coğrafyayı kuşatan
Engelsiz duygularla
Çaycı
Çaylar çınarlıda içilir
İçim biçim sorulmaz
Orada vuslat
Orada dostluklara geçilir
Masalarda tebessüm
Konuşur konuştukça
Kelimeler oradan buradan
Belki de argo seçilir
Grup grup doluşur
Akşamları oraya
Sanki gemileri vurmaz karaya
Sıkı fıkı biraz
İnce ayar konuşulmaz
Ve hiç kimse alınmaz araya
Yudum yudum içilir
Tüter buharlarında ocak
İçin için
Ne ilk ne de son olacak
Soğutma çayını
İç dolu dolu
Sıcacık
Bilmem kaçıncı bardak bu
İyi say çaycı
Şaşırma sayını
Kaçırma
Gider de dönmez
Belki de temmuz ayını
Çeyiz Sandıkları
Benzer insan yelkenliye
Gezer bulutta ayda
Gün bu gün
Devran bu devran
Zamanı kuşan
Zamanla davran
Su üstünde yazı var
Demez atında gem olmaz
Toprağın nemi yağmurdan
Yüksek yerlerde bodur ben
Sendeki rüyanın tohumu nerden
Mevsimsiz fidelerin boynu bükük
Ya umulmaz bir zaman
Ya da umulur bu diyardan
İşlenmiş toprak elimde
Çeyiz sandıklarına serpiştirilmiş
Şimdi güman yok
Şimdi esen yel başımda duman
Solmaz yüzlerde benliğin yok
Kiliminde yüreğim dilim dilim
Ah koşan ömrüm
Bilmez misin büküldü belim
Seneden aydan günden bana ne
Selamı çok gördüler deme
Ne çabuk geçti seneler
Dün benden neler çaldın
Dik duran gölgeleri heykel mi sandın
Sindire sindire rahmet üstüne
Bilinmez görünmez devrandır bende
Sürünür zamanla tırnaklarıyla
Direnir yokuşta etrafa bakmadan
Düzgün özgün öten sirende
Dudaklarımda sıla var
Her yaptığım yolculuklarda
Her bindiğim trende
Bir gün usanç olmazsa
Bu son yolculukta
Çılgın Vakitler
Sabah saatleri
Çılgın vakitler
Dışarıda köpekler
Havlıyor her gece
Aydınlığa dek
Ağlıyor alt komşum
Çocuk sesleri
Gecede karanlık
Acımaz bizi
Üstüne yorgansa
Çekilmez sızı
Düşünür böylece
Konuşur gece
Bilinmez rahmettir
Bilinmez hece
Aydınlık olunca
Açılır perde
Dostum çok yorulma
Beklentin nerde
Umarım insafın
Düşürmez derde
Çocuklar
Çocuklar
Çocuklar güldür
Çocuk olur
Onlara gül derdi
Çok olur
Oyunda oyunlarda
Canlı canlı
Hareket var kanında
Oyunlar onda
Güzel güzel koşturma
Dilekler istekler
Hepsi de yürekten der
Gelir
Sözlerdeki erdem
Görmez misin sen
Ben ne desem
Onlar ağlayınca
Ben gülmezsem
Dert olur içime
Dermanı sevgi
Gel de söyletme
Çocuklar güldür
Onlara gül derdi
Çözülmüyor
Değişen dünyanın
Değişen çocukları
Avuçları terli
Hünerli
Sönmeyen
Dönerek yanan ışıklar
Bizi ancak
Aydınlık ayıklar
Kısa uzun yolculuk
Ne bir son
Ne de son bulacak
Bu handa yansan da
Bu ömür yaşanacak
Uslanmasan da
Kaldıramaz gülmeyi
Kandıramaz bilmeyi
İçimdeki bilmeceyi
Uzun uzun toplanır
Çözülmüyor
Çözemezsin heceyi
Damla Damla
Damla damla birikir
Zaman
Uçup gitse kartallar
Yükseklere yükseklere
Bağın bahçen
Seller aldı
Bağrında biriken
Taşlarına çarpan su
Elimden aldı
Biriken zaman
Benziyor her an
Döndükçe hayatımın
Üstünde kartallar
On dördünde parlar
Ayın gerçek yüzü
Uzun her gecede
İple çekiyor güzü
İstemem
Nitelikte sessiz
Yüzünde sevgisiz
Ömrümün kalan
Kısmına dalan
Sözler süslü
Ve bir kısmı yalan
Ve beni bir zamanlar
Beni benden alan
Dost Elinden Tutar Senin
Dost elinden tutar senin
Düşersen sıkıntıya
Her şey batıl her şey fani
Allah baki sonsuz daim
Kalanlara selam dua
Gidenlerle olur daim
Kardeş kanı
Onda vardır canı
İsterse hasta olsun orada
İsterse ağrısın her yanı
Yanmaz ateş
Yanar canı
Felekte melekte ağladı
Güneş güzel gündüzlerde
Dağlarda ovalarda
Yas bağladı
Çok fırtına çok hava
Deniz coştu
Coştukça coştu bu hana
Denizde oldu hayalet
Bakma
Can oldu canan oldu
Geri geldi
Baştan aşağı doldu
Dost Senin Gözün
Dost senin gözün
Durur durur
Kaynar özün
Neden niçin
Sorma dedin
Gelip geçtin
Ömrüm dedin
Dizginlenir
Kitap kalem
Herkes güler
Ağlar alem
Acı bende konaklamaz
Çekip gider gibi
Ağlatmadan
Yüreğimi dağlatmadan
Sürgünde hisseder her sabah
Uyanırken tomurcuklarında
Kuş seslerinde
Hissedersin kargaların geçtiğini
Bakarsın arkalarından
Siyah tonlarıyla
Bir sürü
Hangi yöne nereye
Bilmem hangi dereye
Bilmem yeryüzünde
Oradan oraya
Beriye
Bilmem hangi kareye
Sardı her yanı
Dolaşan boş boş
Gamsız gibi
Her daim
Her yerde aynı ses
Her zaman nahoş
Dönme dolap hisseder
Heder olup gider
Ne güler ne söyler
Üstüne karanlık
Gözünde siyah ben
Ve gözünde siyah ben
Dudaklarda Dua
Ümitsizliğin ardında nice ümitler
Karanlıkların ardında nice güneşler
Bir gün gibi geçen yıllar
Ne gam ne keder
Beka sonsuzluk çağrısı
Dudaklarda dua
Ellerde titreme
Gözlerde buğu
Yaşlı yollara düşünce anlarsın
Gözümde tüten hasretin
Sözümde sen
Yüreğimle oldun desen
Gündüzle gece ay ve yıl
Akıp giden ırmaklar gibi
Sonun son olmayan noktasında
Süzülen kartalın uçuşunda
Hayatın en uç oluşunda
Köprüler geçmek için de yapılsa
Göçler geçmese de buralardan
Selvi kavaklardan gelen ses
Hayat yaşanırsa güzel
Hatta çok enfes
Duman
Kara gözlerinden
Süzülmüş gider
Kirpiklerin ıslanmış
Hakikat meşalen parıldar durur
Kovun karanlıkları
Başında duman
Duman duman savrulur
Esiyor tepesinde
Zamanın
Eskisinde yenisinde
Dikenler incitmeyin
Hasret var ciğerinde
Dalgın değil
Kırılgan
Derinliğinde ömrün
Ötelerden beklenir
Haberler esintiler
Tatlı tatlı sıyırır
Gözünden akan yaşı
Hayat
Nerde en güzel hayat
Artık ömrün de gitti
O güzellikler
O beklentiler
Kaldı gönlünde bayat
Dünya Nefesi
Aksa dünyada
Yürür başları
Elinde çatalı
Sapan taşları
Koşar
Görür siyah yaşları
Sırtına alınan
Dünya nefesi
Kokuyor teninde
Çiçek elinde
Dokusu sıcak
Kalbim çarpıyor
Nabzım duracak
Olur ya sonunda
Ona sunacak
Banıp da yağında
Derman bulacak
Kırılan bilir mi
Nerde olacak
Duvarlar
Anlamazdım duvarları
Arkasında
Ötesinde
Ve ötelerinde
Neler olduğunu
Ne zaman ki üstüme geldi
Duvarlar
Sıra sıra
Yanımda yöremde
Önümde durdular
Artık sır değil benim için
Anladım duvarların ötesini
İnsan her zaman
Yaşarken alır nefesini
Verir nefesini
Doldurur kesesini
Karun’dan devralınan
Develere yük
Anahtarlarını
Ebabil
Çirkinleşir cüretkar
İyilikler ne güzel
Zayıflıkta ebabil
Hızında kanat
Düşmanların fil arkadaşı
Hep bir oldular
Hepsi onun yandaşı
Ebabilde tanecikler
Atılır birer birer
Serilir yerlere
Devrilirler sürüyle
Kimse kalmaz geriye
Olur hepsi heder
Erdem Soydan Gelir
Ufuk bir pencere
Düşüncem benim dostum
Erdem soydan gelir
Dalga dalga büyür
İnsan belirir
Zenginlik düşüncede ufuk
İlmik ilmik gelişir
Bakışın sırlarını çözerek
Varlığın seninle var
Kim demiş dünya geniş
Bence oldukça dar
Görünür bir yanından
Tutunur insan
Kedersiz yontulardan uzak
Menzilse son durak
Derman düşüncede saklı
Hadi be
Gel yetebilirsen güldür
Bence insan haklı
Geride bıraktığı zaman
Yaşanmamış an
En güzel an bu an
Kanma zamana
Ateşine
Vaktine
Ahdine yan
En Sevgili
Aşk sayılmaz
Aşklar tartılmaz
Toprak suyu sevdi
Çamur aşka yandı
Fidan toprağa
Toprak suya kandı
İnsan aşka yandı
İnsan suya hasret
İnsan suya kandı
İnsan yalnızlığı sandı
Medet umdu
Ancak aşkını buldu
Ayrılık yüreğe
Testideki suya
Kar çiçeklerinde güneşe
Karanlık aya
Çocuk da anaya sundu
Eller ellere
Aşk da derinlere
En sevgilinin diline
Kelimelerin en güzeline
Takıldı kaldı
Adı aşkla anıldı
Ey Ana
Ey ana
Hızır kavuştur bana
Onunla Musa gibi olayım
Dostluğuna soru sorulmaz
Yoksa Musa ile Hızır arasında kalayım
Engin sularda
Gemilerle kurtuluş sahiline
Acımadan acınmadan çıkayım
Ey ana
Müşküller kör düğüm
Çözemedim ben yalnız
Sen nasırlı ellerinle gel
Sen güneşin yaktığı
Ayağında çarığınla
Munzur silsilesi gücünde
Karlar erimeden
Cemreler suya düşmeden
Toprak ısınmadan gel
Ey ana
Ekmeğe muhtaç bir can
Köşede sokak başında
Bilmem o da mı insan
Bilmem acaba kaç yaşında
Onun ağlar mı anası
Ağlar mı acaba hangi zamanda
Ey ana
Kabe’nin siyah örtüsü var ya
Her gece karanlığı bana
Ezilmiş kirlenmiş eller
Sabahları güneş doğmadan
Üstüme nur
Kalbime sürur gibi
Örtse
O zaman seni hissetsem
Ey ana
Sonsuzluk umutları içimde
Sen hep varsın düşümde
Kuşlar kanatlanırken
Trenin düdüğünde
Terminal çığırtkanlarının sesinde
Belki de acı acı bağıran
Vapurun güvertesinde
Güvercinler bugün daha sıcak bana
Çünkü sen düştün aklıma
Ey ana
Denizden su doldurdum
Mürekkep yapacağım ondan
Çok yazmak sayfalar dolusu
Gönül yarası ana
Bak anlatacağım son durağı
Kalemimin gücümün son damlası
Senin bahçendeki kirazın karası
Tüter burnumda buram buram
Dağı taşı ovası havası
Ey ana
Senin gözün uyur kalbin açık
Hayat çetin gizlesem de
Burada yollar çok daracık
Zayıf düşer burada can
Ben seni çok özlesem de
Ben hala hayattayım
Ben senden uzakta
Bir gün ölmesem de
Ey ana
Ben seninle oturdum gün boyu
Meğer o benim gölgem
Sen ağlama
Yere düşer gözyaşın
Baharların neşesi
Yazların sıcağı
Özletir bana aşın
Tandır başlarını kışın
Ey ana
Canım sana aşina
Evine barkına gözlerinin yaşına
Avucunda
Geceleri yıldızlar saklıda
Sen varsın ya yanımda
Sağımda solumda
Ruhumda dermanımda
Ey ana
Rüyamda sen varsın
Süslü hayallerimle
Anam ah anam
Sen olmazsan yaralı kuşunu
Bu yaban ellerde
Kim sarsın
Ey ana
Bana sen duyurdun secde sesini
Sen düşürdün kalbime
İnsan sevgisini
Ve sen verdin benim ilk dersimi
Hiç kimse görmeden
Eserini sen yazdın
Temiz sayfalarda yazı görmeden
Ey ana
Kıssalarda nakış sen
Yüreğimde dokunmuş desen
Gözünün pınarları Kevser
Rüzgar gibi merhametin
Akşam sabah
Her yanımdan eser
Ey Yolcu
Ey yolcu
Kanma düzenbaza
O bir şeytan
Onda hileler var
Satın alma ondan mal
Ticaret onda olmaz
Bu servette haram var
Helalle karma olmaz
Ey yolcu
Dolandırıcı olma
Bulaşma karışma ona
Çalıyı dolaş
Çevreyi dön
Ama yanlışa dönme
Ufkunu aç biraz
Ateşinde sönme
Ey yolcu
Bir üfürür uzaktan
Bin ateşi söndürür
Külünde savrulur insan
Her gece
Ölümsüzlük vadeder
Sendeleyen her hece
Ey yolcu
Onun sözü duman
Azınca pek yaman
Kiliminde nakış
Gezer dünyada karış karış
Bin delil istemem
Bir dilim bile yeter
Sade bir işaret ister
Ey yolcu
Erlerin her nefesinde
Erdemliler dersinde
Gürül gürül geliyor
Cömertlerin kesesinde
Zalimlerin neresinde
Ey yolcu
Bir gönül ki hayale düştü
İllet hangi millet
Çekerse zillet
İster lütuf ister kerem
İstersen bağış zannet
Bence hiçbiri
Gel bu yolculuğa sabret
Ey yolcu
Sevdiğin seni kör sağır eder
Nefsin zalimse
Elinde oyuncak eder
Açlık kurtlarda fena
Kış kıyamet saldırır
Engelleri bir bir yok eder
İnsan bir sona gider
Ey yolcu
Zayıfsın güçsüzsün
Yol yorgunu oldun sen
Durup dinlen biraz
Muhtaç halini gider
Derinden derinden
Yalvar yakar
Bu hal nicedir sence
Çekilmez naz
Ey yolcu
Beni padişah avlar
Beni bir sultan görür
Beni bir sultan savar
Örümcek sinek peşinde
Bense erenlerden umar
Dermanı Lokmana sor
Belki çare bulunur
Sonsuzluk çeşmesinde
Ey yolcu
Vefasızlara gitme
Aziz dosta var
Kerem denizi bir tane
Neşede var yasta var
Haşa haşa
Bu alem hasta
İnsan her yaşta var
Ey yolcu
Ayıplar su yüzünde
Utanan yüzü bakan gözünde
İnsan kaypaklaşır
Durmuyorsa sözünde
Kalbindeki siyahı
Yüzüne vurur
Saklasa da içinde
Ey yolcu
Ört üstünü
Gecelerin karanlığında
Baharda güllerin
Çiçeklerin dikenlerin
Bittiği gibi
Ey yolcu
Dudakların kupkuru
Ne koşarsın ötede beride
Sen yaptığını bilmez misin
Akıl hiç yok mu serde
Dikkat kesilsen biraz
Yoksa düşersin derde
Ey yolcu
Pılı pırtı topladın
Sarıp dünyayı sırtına
Göçe azık mı aldın
Sarıp dünyayı sırtına
Sen yolcu yaya kaldın
Bakma başkasının atına
Sarıp dünyayı sırtına
Ey yolcu
İnsanın yarısı ayıp
Diğer yarısı kayıp
Emin ol metin ol
Gider başının ağrısı
Bütünü ister insan
Yetmez ömrünün yarısı
Fındıklı’ya
Yağmurun yağışında
Deniz mavi yeşil gümüş
Bu ne varlık
Varıp bir görseniz
Yeşillerde bin bir ton
Asırlardır denize bakar
Bir son yok mu dercesine
El ele vermiş insan
Orada erer gönüle
Ağaçlar çiçekler
Deniz ve insanlar
Gelseler dile
Bendeki bakış
Mavi gözlerimde saklı
Aklım ah aklım
Şimdi burada
Duygularım haklı
Bütün benliğimi saran
Yağmurun yağışında
Güneşi hiç görmeden
Denizin yüksek sesi
Kesişir nefesleri
Tam bu an benliğimde saklı
Çayı var ayı var
Sepetine dünya girmiş
Ağırlık dizlerine
Uzaklık gözlerine
Sıcaklık sözlerine
Duygular özlerine girmiş
Suyun sesinde komşum
Islak ıslak bakarken
Ben de ıslandım
Köprüler çok buralarda
Altından akan sular
Ben yoksulum
Ben kimsesiz kalsam da
Ben Fındıklı’ya uğramasam da
Göç Var Sabaha
Gecenin geç vaktine kaldı
Uykusuz saatlerim
Gündüz özleminde kaybolmuş
Doğuş güneşe eş
Derin nefesler almada
Derin nefesler
Zengin bakışını karanlığa vermiş
Yokuş yok o an hayatında
Aynı görüntü içine boğulmuş
Aynı serüven sanırdım
Meğer doğruymuş
Uzasa da sabaha elim
Anlamaz anlatamaz
Çok uğraşsam da
Çözülmez dilim
Ne denli cimrisin sen karanlık
Hiç aydınlığın yok mu?
Kefen kadar olamadın
Senin alıp bitirdiğin soluk mu?
Güçsüz olur insan
Düşüncesine yenik düşerse
Direnci derman olur derde
Akıl varsa serde
Bütüncül dönemem içimden
Göç var sabaha
İnanma
Beklenen özlenen gelir sanma
Biz gideriz fecrin ışıklarında
Sarsın aydınlığın eli
O vakit sonsuzluğa teslim
Orada olsam da olmasam da
Mesafeleri kollarımla sarsam da
Cana can bulsam da
Gölgeler
Bir cümlede çok şey var
İnsanı anlatacak
Ağırdan çekilen naz
Adım adım
Ben hayata kanmadım
Beyinlerde yer tuttu
Giden düşüncelerim
Filizler baharlar
Birbirini kovalar
Ben böyle demedim
Gölgeler
Bizi gerçeklerden gölgeler
Güneşten kaçarken
İzdüşümü hayatımda
İzdüşüm olan gölgeler
Hakikat solmazmış meğer
Hakikat olması değer
Hayatım ve ben
Seken taşların
Kurbanı
İnsan bu anlatılmayan yanı
Susmasan da
Son yolculukta
Durmak niye
Hani
Gönüllere Sultan Olur
Sevgiden acılar tatlılaşır
Bakırlar altın
Gönüllere sultan olur
Enginlere uzanır
Ömrüne bereket
Gözüne sevinç
Üstüne nur yayılır
İnsan bu
Böylece kalır
Sabır sebat derde deva
Gerisi boş gibi
Sonrası ne dava
Hak hakikat üstünde
Olamaz
Bulunmaz gerisi hava
Sunulur hayata ölüm
Elin erişmez şifa
O son çare
Hakikat alemine
Gerçeğe
Gözlerim Mavi Bakar
Korku benden uzak
Açık yelkenler
Rüzgar esiyor
Her yanımdan
Akdeniz sahillerinde
Yüzümü yalayarak
Sol yanımda yükselen
Sendeki en yüksek görkem
Bense sağ yanıma bakıp
Sendelemeyen
Yeşilin tonlarında
Gözlerim mavi bakar
Ve ben havalarda
Ve sendeki gönül
Ve sendeki akşamların hüznü
Bilmem ki kaç yüzyıl daha
Yürek yakar
Duruşumda sabah
Güneş bulutsuz doğdu
Yası matemi
Sensizliği sessizliği
Ben çoktan kovdum
Ben artık düşünmüyorum
Ben duygusallığı savdım
Ve sendeki gönül
Ve sendeki akşamların hüznü
Bilmem ki kaç yüzyıl daha
Yürek yakar
Gözyaşı
Çaresizlik gözyaşı
Nehirler hızlı taşır
Çağıltısı gönlümde
İsyana yönelmişler
Nisyanlar başucunda
Öfke sıradağlar arkasında
Kaf dağından geride
Gitme gelir
Gitme çaresizlik sendelemeden
Derya deniz su ve yaş
Doğum sancısı hayat
Her gün başka bir gün
Uzanır yavaş yavaş
Pınarları coşkuyla
Akan sel olmadan
Gözündeki tutkular
Derinden derine
Perçemleri
Dal budak olmadan
Gel ve git
Kurtar beni bu handan
Gulyabani
Gulyabani
Ses şeref ister
Mal ister
Mevki ister
Altından anlamak
Sarraf ister
Demirden kim ne anlar
Suya düşünce pas alır
Kaybolur gücü
Çürür yas alır
İnsanın hamı var
Hası var
Hayatta
Kalmak için
Bunca mihnet
Bunca zahmet
Çeksem mi
Çekmesem mi
Her güneş aydınlığında
Gözlerimi kapayıp
Gecemi arasam
Gündüzlerimde
Fer kalmadı dizlerde
Artık ışığa bakamam
Uzağı göremeyen gözlerde
Sıcak vermeyen közlerde
Gül
Gül
Gülde desen dersen
Gönülde açan çiçek
Sabah eser rüzgarla
Yüzümü yalayarak
Yanaklarının kırmızısında
Bir gül koklayarak
İçimdeki gülü yakarak
Güle susamış bülbül
Bülbül içinde aynı gül
Coşku onda delidir
Coşma deli gönül
Nisan ayında yağmur
Kalbine iner gibi
Anılar da tanımsız
Ruhumda fışkıran nur
Doyumsuzluk konukken
Ruhuma verir onur
Toprağın yağmura susadığı
Yarasalarda ışık
Arıda bal
Bülbülde gül
Bu gönül de aşka
Kara sevdada yara
Düşümde görmek geceleri
Gündüzlerin hayali başka
Mesafeler engel mi
Özlemi duymak için
Belki gücüme gidiyor
Peşine takıldığım hiçin
Güldüm artık güle ben
Peşine takıldığım için
Belki gücüme gidiyor
Peşine takıldığım hiçin
Güvercin
Ah güvercin
Düştü gözüm
Olmaz ki bu kadar
Aklığına paklığına
Vallahi yok sözüm
Bağlarına yol gider
İnsanı heder eder
Baharları çok güzel
Ağaçlarda tomurcuklar
O güzel güneşi
Güneşli bir günde
Dünyayı kucaklar
İnsanı tutkun eder
Böyle havalar
Halka halka zincirler
Boğazında dururken
Bağlandıkça açılır
Yüreğine mercanlar
Ah sendeki duruş
Bir ömrü aralar
Hatıralar Başımda Duman
Yaz bende düğüm
Gözümde yaş
Bakıp durduğum
Başımdan savdığım
Gündüzleri durup
Geceleri aradığım
Hiç bir zaman
Ama hiç bir an
Bulamadan kaldığım
Yaz
Ve ondan sonrakiler
Acı günlük çıkar
Sabahları sivribiber tadında
Unutulmaz hatıralar
Saçların kadar çok
Saçların kadar dağınıksa
Yetmez bu yaz
Yetmez kalemim yazsa da
Hatıralar başımda duman
Uzun süredir savrulan
Beni güçlü bir dağ
Beni sıradağlar gibi saran
Tepemden uzaklaşmayan
Sımsıcak bulutlarla yaz
Sımsıcak bulutlarda yaz
Gelinlerin sandıklarında saklı
Orada kaldı hala
Orada olmayan aklı
Ki
Yaz
Mevsimlerinde bendin
Sular fışkırır
Serin ırmaklar gibi
Bakışın çağlar içimde
Bilinmez bir yöne doğru
Akıntıda savrulur
Belki de bu yaz durulur
Hayat
Ne söyledin sen can
Terinle tenim
Damarlarımda kan
Hiç hiçler
Hiçlerin eri
Bir kemik bir deri
Hayır akıyor
Hem de çok seri
Öyle bir yoldayız ki
Dönülmez geri
Ne son bulur her gün
Ne de gün biter
Yürür bayramlara
Alır güveni
Nefesler gider
O zaman susar
Damarlarımda kan
Gözyaşım kurur
Durur
Dönen devran
Yeniden başlar
Hayat o zaman
Heloo Uzak Doğu
Doğu
Uzakta doğu
Orda bir ülke
Her şeyin aslının arandığı
Sanılan
Ancak aslının bilinmediği an
İnsana benzeyen
Doğanın güzelliğinde
Sindire sindire yağan yağmur
Sıcaklık derecesinde
Soğuğa karşı direnen
Bir kış gününde
Mercan adalarında berrak deniz
Gerçekten kirlerden yıkanmış kumlar
Teknelerin suya hırs eden halleri
Duyarsız duygusuz yolculuk
Bakışlar buğulu
Çok uzaklarda
ıı
Heloo
Orası açık hava mı
Deniz ürünleri
Balık karides yanında soğan
Sinirleri alınmış
Korna seslerine hasret
Köşe başında var ya
İşte orada burada
Family mart
Önünde telefon kabini
Aloo aloo
Karşı ses ya çıkarsa bahtına
Yorgunluğun yoksulluğun
Bütün değerlerden sıyrılıp
Kurulmuş edepsizlik tahtına
Heloo heloo heloo
Anlamadım nedir o
Ne o ne bu ne de duru
Seslerden kulaklara değen
Kanguru
ııı
Tropikal meyvalara düşkün
Maymun iştahlılar
Kulaklardaki sağırlık
Gözlerden belli
Yarın ve yakın yok
Var olan bu an
İster kurban ol
İstersen ram ol
Yol ve kalabalık
Açıktan yüksek sesler
Sanki herkes
Her yerde
Babasını arıyor
Yahu neden
Anlamadım
Baba nerde
Ta ki sular gel git olup
Deniz çekilmedikçe
Her Yerde Talan
Dilim yara
Gönlüm yara
İnsan düşer dara
Bağrım yanık
Düşmüşüm nara
Acısı yürekte
Ellerde sızı
Düşünde görülür
Çekilmez nazı
Ellerim ellerim
Boşta güllerim
Ömür bu
Geride kalan
İşte gelip geçiyor
Falan filan
Zamana saldırı
Her yerde talan
Ben ve sen
Gidenler gitti
Azıdır bize kalan
Hey
Cana gelen
Rüzgardan arta kalan
Üzerinde mis kokusu
Teninde beyaz benekleri var
Avuçlarında
Tuttuğu kum tanecikleri değil
Sıcaklığı
Hem de tüm uysallığıyla
Tatlı bela
Sevgi bağıyla
Gülüşüyle
Geldi cana
Yüreğinde yaban gülü olmadan
Çiçekler solmadan
Can
Baş tacı
Ağrıyan yanın ilacı
Çare ki
Can sana muhtaç
Hey biliyorum can
Kapıda duran
Hem de tüm uysallığıyla
Hey
Hey hey
Hey
Hıçkırık
Ay doğmaz memleketim
İçindeki bağlara
Kuş konmaz bacalara
Ağaçlarında kar
Mart ayını andırır
Çocuklar camdan bakar
Yoksulluk kapımda bela
Soğuk buralarda çok
Kim demiş ki gitmez
Bu yıl kalacak
Kim demiş ki ölüm yok
Çünkü ölüm olacak
Sen ve o çocuk
Bahar bir hiç
Hiç olmayacak
Havalar kalbi gibi
Kırık
Sakladığı hıçkırık
Artık var
Artık hıçkırıklar kalmayacak
Güneşten haberdar
Çünkü güneş doğacak
Hicran Firak Ayrılık
Acı olan ayrılıktan söylersin
Acıdan neyi anlatırsın
Acı nedir insanda olursa
Duygular mı yok olur
Zaman mı ister senden bir şeyler
Ayrılıkta baştan beri var
Düğün alaylarında başta
İstersen sonda
Ve ya aldığın her nefeste
Katılmadığın her mecliste
Hizmetkarı olur insan
Ayrılığa düşse de
Düşmese de
Zehirden acı
İnsan giyer yaşar
Belki hayatında baş tacı
Hicran firak ayrılık
Büklüm büklüm insanda
Kıvrım kıvrım her yanda
Yüz binlerce acı ölüm
Bir ayrılık kadar acı vermez
Zamanın derinliğinde
Gerçekten insanı güldürmez
Belki de yaşadıkça çektirir
Belki de yaşlandıkça öldürmez
Sitem siner göğsüne
Kalbine
Çıkmayan sesine
Meşakkat gafil olur
Konaklar evine barkına
Sefadan zevkten uzak
Suyun bitmez akar
Bağlanınca arkına
Her hicran bin kavuşma
Saklı tutar yüreğinde
Sürükler gece gündüz
Sinsice
İnce ince
Tohum ekilince toprağa
Kavuşmak o an
Sonra filizlenir orada
Durur dala yaprağa
İşte ben buyum
Ne vezir ne de ağa
İlgi ve Son
Ah
Devası olmayan illet
Su
Toprağa hasret
Özlem
Dünyalara eş
Güneş
Kalbimde ateş
Aydınlık
Zamanlara eş
Kavuşma
Bitmeyen hasret
Sabır
Dağ başı zirve
Derman
Acılarda saklı
Sevgi
Yüzlerde aydınlık
İlgi
Bilgiden önce
Nur
Üstüme yağsa
Alem
Boşa çekilen kürek
Son
Dudakların kapanışı
İstanbul’da Köy mü var?
İki kıta üstünde
Orta yerinde deniz
Ortaköy’den geçseniz
Tarabya sırtlarından
Pırıl pırıl sularda
Akıp giden
Vapurları görseniz
Su üstüne yazılmış
Tarihe şan verenler
Sultanahmet muhteşem
Lale devri sultanları
Sadabadı görenler
Dudaklardan dökülen
Geceleri ninemden
Bitmeyen salatlarda
Kız kulesidir o
Denize dikilen
Galata kulesinden
Uzaktan uzağa
Savrulan martı seslerinde
Sirenlerde
Galata köprüsünde
Balık tutmaya çalışan
İstanbul seyyarları
Geçim derdinden yorulmuş
Selam ağası
Ve aleyküm selam
Bari bir kişi bulsak
Buradan geçen
Ve de yüzüne gülen
Eminönü çok özel
Haliç’ten almış dersini
İnsan düşünmez
İnsan burada başka hal
Güller savrulur
Saray bahçelerinden
Yıldız Beşiktaş ve Levent’ten
Bu çiçekler asırlık
Çınarları dev gibi
Beyazıt’ın
Tutkudur ikindi vakti her gün
Boğaza doğru bakmak
İçimde yangın var
Sanki yanıyor Üsküdar
Devşirilmiş insanlar
Her tarafa dağılmış
Artık
İstanbul’da köy mü var?
Anadolu
Ve
Anadolu
İstanbul’a taşınmış
Ne haşin bakışlar ki
Elinde kovalar
Su sırası
Burası Sultanbeyli
Köylüler birbirini kovalar
İçim içime sığmaz
Taşında toprağında
Yaşamak tutku
Yaşamak sanat
Altın dedikleri şey
Alıp götüren
Her öldüğü yerden
Bin defa dirilen
Dirilen gönlüne yağan
Nisan yağmurlarına eş
İnsan bu
Şehirde ya hiç
Ya yok ya keleş
İstanbul’da açan güller
İki yönlüdür
Bir tarafta doğu
Diğer tarafta batı
Dünyayı görürsünüz
İstanbulsuz bir dünya
Sensiz bir rüya gibi
Bıraktım nefesimi
İstanbul’un yedi tepesine
Bilmem daha nesine
Vurgunum martıların sesine
Gemilerin güvertesine
Buldum kendimi
Yüzünü Anadolu’ya çevirmiş
Haydarpaşa garında
Uzun uzun bağıran
Trenin sesinde
Kafes
Hastalar
İnsan hayatının değeri
Gereksiz sözler
Anlamsız bakan gözler
Benzer yaşandıkça
Yaşlandıkça
Yapılmalı gereği
Her yanımda saygın
Güdülmez içindeki ben
Sıcak ılık değil her nefes
Göğsüm daralıyor
Bu kuşu besleyen kafes
Dargın uyanırsa her sabah
Aydınlık karanlığı boğmadan
Ufuk bir çıkış
Gülüm boşuna uğraşma
Çünkü bu bir son
Bu son haykırış
Karanfil
Değişim
Yaşanır her an
Ömrün her bölümünde
Durmadan koşturur
Sırtındaki ağırlık
Seken yürümesinde
Gönlünün derinliği
İçinin serinliği
Gürleşmesinden belli
Ne güldürdü benliğimi
Ne de bir gül gönderdi
İçimde volkanlaştı
Açan karanfil
Dengeler süzgecinde yürümek
Devran deyip
Gülmeden o günlere erişmek
Gelmeden
Sözün özünü
Özlemek
Son cümlede
Esir olup
Kardelen
Kardelen görüntüsünde desen
Karlarla kaplı
Karlar altında
Yasaklı taşlar
Dönen devranında
Olmayan dermanında
Kardelen beyazlar arasında
Başkaldırır karda
Dünya küçük
Tutkular büyük
Yerinde
Geleceğin sevdası büyür
Yıkılmaz soğuktan
En yükseklerde
Kaldıkça varolan
Tomurcuklanan
Sen kardelen
Kardelen ocaklarda
Kardelen belirir
Şefkatli bucaklarda
Kışlarda
En sıcaklığı
En kutsallığı sunan
Dağların doruklarında
Anaların kucaklarında
Kayıp Zamanlar
Doldu boşaldı gönlüm
Akar yaşım söyler dilim
Uzak duran şu mevsim
Benden alıp kaçan zaman
Ah canım ah yanan yanım
Ciğerinde pişen hasret
Dört duvarla çevirdi yanımı
Can içti susuzluğuna
Kanında geçmişin ihtişamı
Coğrafyada yer beğen
İster uğrak yap bu hanı
İstersen uzak tut Şam’ı
Nur geceleri çok olur
Yıldızlar parlar her gün
Oysa sabahın güneşi nerede
Gönlüme doğan derdin
Kapladı beni sarhoşluk serde
Durdurun akan bu seli
Kıldı beni divane deli
Susmak ne denli doğru
Tutma uzatılan bu eli
Gönül rüzgara uydu bu gece
Sırlar saklı yürekte
Sırlar her dem bin bir hece
Bilinir mi neden böyle
Bitmez göründü karanlık
Sabah aydınlığında
Elbet biter bu gece
Sadece bilmez misin
Bilmez misin bunlar nice
Gönlün her bir dileğinde
Güç kalmaz bileğinde
Pişmanlık yok bu yolda
Yanmak var yakmak da
Sonu yok görünürse de
Sonsuzluk kervanında
Seraba yaklaşmadan
Duraklamasam da
Kuşlar hapse atılırsa ne acı
Gönül kuşunun yoktur tacı
Ancak çiviler uzanır da
Ayaklar bağlanır zincirle
Yarını bağlayan
Yüreği dağlayan
Sıcak dört duvar zindanında
Sonsuza azmeden bu can
Yürür gider dönmez ne çare
Tuzaklar görünmez bilinmez
Belalar yağar çuvalla başına
Kayıp zamanların ortasına
Ölü günlerin kıvranışı
İçimde taziye sunuşları
Atamaz bu yası
Dünya kahpesi aldattı
Elbiseler örttü bir aybı
Oysa zaman beni soydu
Attı meydana
Aç ve açıkta koydu
Geçen zamanı yasta buldu
Bir kul kıldı
Canı hasta oldu
Dua cana hicran
Dua bu anda varlığa derman
Ne yüreğin ne kolların
Çözümsüz hapsediyor
İlaç bulmayı zamana terk ediyor
Odun hamalı olan nefsim
Zincirlere direnen yüreğim
Sağlam bir ipe tutunayım
Kopmayan güçlü ve sağlam
Sırrına saklı
İnciler zamana dizilmiş
Tespih tanelerinde aklı
Kazankaya
Kazankaya
Akşamların hüznünde
Suya bakar
Akar her gece nefesinde
Akşam rüzgarları
Tepelerde esende
Suyu durmaz fıratın
Üstüne gem verende
Hedefe hedefe
Önümdeki sonsuzluk
Güneşlere eş yüksekliğin
Asırlardır bükülmez
Senin bileğin
Gülün olmaz başında
Nazın olmaz kışında
Aynı esas
Başka duruş
Büyüklük ve kibir
Sende olmaz bunlar
Çünkü kimseler yok
Senin yaşında
Kazankaya
Nolaydı bu kadar uzun
Bakmasaydın sen aya
Senin aslın ortada
Sen asilsin
Senin aslındır kaya
Kelimeler
Şiirler cana geldi
Sıra sıra dizeler
Onlar beni anlamadı
Ve ya
Onlar bana yabancı
Kelimeler çoğaldı
Üzülmek cümlede nerede
Yıllar geçti derken
Söz vermişti
Başım dönüyor
Gözlerim karardı
Hayata bakışım değişti
Bana vad edilen kelimeler nerde
Kendi Düşen Ağlamaz
Din ehli kin ehli
Farklıdır tende
Aramak bu canı
Ararım sende
Mal ehli mülk ehli
Farklıdır sende
Aramak bu hanı
Sorarım bende
Kendi düşen ağlamaz
Sözünden anlamadım
Kim demiş ki
Ağlamaz
Közünden dağlamadım
Hem arar hem sorarım
Hangi mekan
Hangi zaman
Ağlamadım ben
olur olmaz demeden
Kızıl Deniz
Binlerce çocuk öldürttü
Firavun
Musa’ya ulaşmak için
Musa’ya nil nehri ulaştı
Annesine baka baka
Firavunun askerlerine teslim
Çünkü
Firavunun tahtında gülsün
Musa’nın tevhidi
Firavunu öldürsün
Cümle ölmüş çocukların
Annesini güldürsün
Feryat etsin
Asasıyla
Bütün dünyalara
Kızıl denizi geçerken
Bildirsin
Çölde açlığını
Bıldırcın eti
Kudret helvasıyla gidersin
Böylece dirensin
Böylece ersin
Koza
Bakınca
Hapsedilmiş gördüm
Özgürlük yok olmuş
Doğal duygularda
Gözlere mahkum olmuş
Uzun bir ömür
Bakışlarda
Dolu dolu duruşlar
Göz doldursa da
Gözden kaybolmuş
Uyum var onda
Bağırsa da ben buyum
Bu görüntü sende eski
Ve yine bilirim
Çok eski huyun
Evet
Bağırsa da ben buyum
İnci tanesi
Ve ya kozasın
Köpük Köpük
Ağlayan yanık söyler
Fakat
Yanan yürek nerde
Düşürür
Akşamda sabahta
Dermansız derde
Uzaklaşır her daim
Yıkılmaz duvarlar
İçilmez sular
Köpük köpük
Geçilmez içinden
Islanır
Ta derinden
Yoksulluğun
Yokluğun
Varlığında duruluğun
Kurtlar ve Kuzular
Düşündüm yazmayı
Kendime kızamadım
Bu kadar zalim
Bu kadar azgın
İnsana karşı
Duruşumdaki bitkinlik
Karşımda her an
Yumrukları sıkılı
Dişlerini göstermez
Onlar onu anlamaz
Onlar halden de bilmez
Onlara
Gerçekten gülünmez
Ne hal ama ne hal
Her şey karıştı
Ortamda var kargaşa
Çözülmez
Muhal
Uzun uzun kuyruklar
Ofisimdeki saha
Ben ve elemanlarım
Olmuyor yerim dar
Kurtlar ve kuzular
Artık ikisi de bir oldular
Laleler Gökyüzüne Renk Vermiş
Ağlayış ayrılıktan acıdan
Merhamet çıkmaz yürekten
Gayb sansa da alem
Demir halkalar yaptı
Bilezikler siyah kurdelalı
Diller lal olmuş
Hayata ve sonrasına
Bakan pencereler dantelalı
Sabır maksada ulaştırır
Yakan ateş
Yakan güneş
Ömrü yıpratan zamana eş
Sıcağı görmeyen demir
Şekle mi girermiş
Ateşini içinde taşımayan
Gökkuşağı kırmızıya boyanmış
Laleler gökyüzüne renk vermiş
Alnından akan terler
Ey hayatı ders edinenler
Ateşi yakmaya hazır erler
Mercan Doğanın Konağı
Doğanın konağı
Mercanlar adası
Kırılmış söğüt dalları
Sarkar sürüklenirken
Mercan sokaklarında
Allah’tan bir lütuf
Göründü bize
Çehresinde dostluk
Çevresinde kardeşlik
Yıldız deresinden geçerek
Söğüt dalları
Eğik bakışlara inat
Tutar kolları
Yüreğini sarmadan
Çevrenin
Ayıpça
Bakışlarına aldırmadan
Mercan yolları
Toza toprağa sarılmış
Sanki daha önce
Yıllarca cana darılmış
Dedim ya lütuf bize
Mercan bu ya
İnsan düşer mi ize
Mihengim
Tel tel olmuş
Buharlaşan duygular
Yürek yakan
Ağlamaklı
Sessizliğin ardından
Sessizlik sensizliğin
Sensizlikse gülüp geçemediğim
Ardıma dönüp baksam da
Seçemediğim
Sen
Dalga dalga gönlüme giren
Kederinden
Aşkın yıkanmış
En serin yerinden
Bir kevser
Bir zemzem
Kana kana
Aşkına
Onun aşkına içsem
Hasretine doymadan
Yüreğim soğumadan
Yıldızlar geceleri
Saman yoluna yazdı
Çünkü o gün
Ağustos ayında
Her şey parlak
Her şey bembeyazdı
Hele gel
Dilim dilim hele gel
Üstüme yorgan
Gözüme nur
Kalbime sürur gel
Gel ve bende konakla
Gayri dayanılmaz
Mihengim
Sarrafım
Eldeki değerim
Sorulmaz akla
Musa
Musa’ya yağan yemek
Bulutlarda saklandı
Her öğün aç kalmadı
Yüreğini kip
Kendini sağlam sandı
Kudret helvası
Tadında hayat
Bıldırcınlar baharda
Uçuşurlar kırlarda
Musa’ya salavat
Ağızlarda tat
İnsanda hayat
İksir sanıp da
Ayaklarını yere koymadan
Dağlardan
Ve uçuşurlar sofralara
Kırlardan
Her emrin gereği
Yapılmadan
Neden
Uzunca zaman
Neden ve niçinde saklı
Ellerle kavranamayan
Sonsuz isteğimle
zor zaman
Mesafeler uzun
Ellerim arada karıncalanır
Bekler öylece
İnmez yere doğru
Ruhum çok yükseklerde
Sonsuz süren bu deyişte
Uzunca zaman
Nefsimin Kızıl Elması
Erlere gönlüm kuldur
Uludur etrafında dağları
Güz mevsiminde tepesinde karlar
Sarı rengi çok sever üzüm bağları
Tadında tepelerden bakarken sana
İnsanın içi çeker
Üzüm salkımlarındaki siyahı
İçimle yaşarım bu şehrin ortasında
Yine nice şehirler özlerim
İçinde erlere kul olan
Hayalini çizdiren
Teninden bir can diye inleyen
Denizin orta yerinde saklı
Bir testi dolusu su gibi
Hırslarımın okyanusu
Doymadı bu alemde bir gün
Hala ulaşılmadı ona
Bilmem nerede nefsimin kızıl elması
Elma bahçelerinden geçtin o şehrin
Kızarmış yanakları sakkıların
Hesabı yapılmaz bence
Yaşarken bu şehirde
Ne zamanın ne günlerin
Ne de vakitsiz saatlerin
O Ben Değilim
Köy yolunda yürümek
Sırtında ağır yükle
Çamur çakıl ve zorluk yürüdükçe
Ayağında oluşan nasır
Hazımsız doyum
Uzayan yollarda
Yorumsuz ben buyum
Raylar uzaklara bağlı
Öteler görünmezde
Bu taraf ve ben
Hala aynı aralıkta
Hala aynı handa
Bu son bahar olmadan
Bir temmuz akşamında
Dudaklarda su sesi
Su
Çatlayan toprak
Ne o kanacak ne de ben
Isınmadan bu temmuzda
Ağustosa yolculanacak
Bilmem ki sesler
Sıcaktan buharlaşan nefesler
İçinde betimsiz
İçinde dağ gibi yüksek
Tanımsız
Yüreğinde taşır
Büyüsün diye besler
Hala yorgun
Hala sessiz
Hala o ben değilim
Ömür Yolu
Duyularım
Kaynağım
Hayatımda benim
Görünen tek dayanağım
Uğur getirmez bana
Uğrunda yana yana
Sezgim elimde benim
Bozulmazsa
Sonsuza uzanan
Alemde varım
Ve ya yokum
Ve ya gelecekte muhalim
Sürgünde hissettim
Ruhumun yokluğunu
Ne denli uzandı elim
Bükülmüş boynum
Bari bükülmese belim
Anlamaz
Anlatamaz
Küskün hayata dilim
İçim suskun
Hani benim gönlüm
Ulaşılmaz nerede
Derdim
Deremedim
Çiçekler bile uzak
Açmazsa baharında
Açmaz sonbaharında
Açılmaz ocak
Atan damarında
Daracık bir zindan
Ömür yolu
Düşmüş kanadı kolu
İki hece dört harfte
Sıkıştı zaman
Anlatamam
Anlatılmaz bu son nefeste
Özgürlük Kafeste
Varlığında çare var
Darlığını duymadan
Tende neler
Sende neler
Gönlüne bir şeyler koymadan
Sarılan dünyaların
Çekilen mihnetinden
Ah çekmesen de olur
Deme derinden
Görünen
Yürümez bilinse de
Desenindeki benlik
Ocağında tüten
Duman duman yükselen
Selinde rahmet
Deryalarda kavuşma
Kaybolup gidecek
Coşan bendinde sular
Denizler deryalar
Kurumasalar
Rahmetine dalsalar
Gürül gürül
Benliğinde kaybolsa
Özgürlük kafeste
Yaşanınca sende var
Yaşanmazsa yok
Tutsak olan gönlünde
Kafeste olan can
Ölmeden dirilmez
Dirilir
Yaşar sonsuzluk
Hayatın sınırsızlığında
Geride kalan sorular
Ruhumda Yağmurlar
Toprakta yağmur
Ellerde rahmet
Uzunca kirpikler
Kış günlerine eş
Saçaklara benzer
Ruhumda yağmurlar
Akar her gece
Yüreğimde sızı
Uzun gecelerde
Düşüncelerle
Baş başa
Sabahlar uzak
Ve her gece
Böylece kalsa
Donuk yüzler
Gözümde
Peki o parlayan ne
Kapalı gözlerde
Yanan ateş
Çakmak çakmak
Akıntıda bulsam
Yine de nerdesin
Uzaklaşmasan
Ayrılmaz bütün
Ayrılamaz desen
Saçlarına Bağlanmış
Mesafeler çok uzak
Kavuşmaz elin
Uykusuz gecelerde
Yıldızlar bana bakar
Bense aya dönük yüzüm
Ağlayan bu halimle
Sana bakamaz gözüm
Çünkü
İçimde bir hüzün
Gelmeyecekmiş gibi
Eylül ayında
Beklense her güzün
Tesellisi nazarlık
İnsanın canı yanar
Andıkça adını
Yüreğinde bir ses
Sanırsın içi kanar
Yangın yeri değil gece
Üstüne yorgan
Gülen yüzünde hece
Saçlarına bağlanmış
Tel tel olmuş bilmece
Çözülse de bu günler
Karanlık aydınlık
Hüzün ve ayrılık
Bilmem ki
Bu sözcükler nece
Sağır Odalar
Sihirbazlar ülkesi
Sultanlar ve adamları
Kölelerden oluşmuş
Çağdaş firavunlar
Musa’yı ararken her yerde
Irmaklarda kurudu sular
Mezar taşları saklıda kalmış
Ölüler ses çıkartabilir mi?
Nerede keşke bağırabilseler
Kim bilir kime nasıl
Neler söylerler
Yüzüm aynada tuhaf göründü
Derin çizgiler oluştu
Bir uçtan diğerine
Ne kadar kader durur
Gözü pek insanların uğurunda
Devran ne de tez dönmeye başladı
Başlarda ağır
Yerinde taşlar
İnsan ilgiye kulak kesilir
Diğer tarafa sağır
Senenin gözlerine mendil bağlandı
Körebe oynuyor benimle
Solan gülün rengi hala kırmızı
Kan doluyor damarlarıma
Akan yaşlarda yağmur deseni
Toprak kokusunda saklı
Kirli dünyanın
Kirlenmiş düzeni
Sen ey kalbimin asi yanı
Dursana bağırmadan
Sağır odalar ne kadar sessiz
Kalabalık
Yok yok tek ve ben
Umulmaz korkuları yok sayıp
Umudum hüznüm
Kalbim
Dilim
Ey ömrüm
Saklı İnci
Fatih’te ezan
Balat’ta hazan
Fener’de çan
Dünyayla varolan
Döner başında
Esen devran
Asma çiçeklerde saklı
Halice her sabah
Her akşam
Mavi bakan
Bir yürek kadar sıcak
Zaman
Ve saatler
Ne zaman duracak
Kutlu eller
Değmiş mabedine
Ey saklı inci
Dünya güzeli
Sen Medine
Sesler Var Vadide
Çareye başvurma gün geçti
Hayatta çaresizliği seçti
Bahtsızlığın yüzüne vurdu
Bu böyle işte söyledi durdu
Sorgusuz sualsiz ateşlerdesin
Karanlık sabahında güneşlerdesin
Fırtına ölüm kusuyor her an
Herkes muhtaç yürüyen koşan duran
Bağrışıp çağrışmalar sessiz odada
Baş eğmek eğilmek bu yıl modada
Yüzlerce niyazların bari boşa mı
Tepende dumanlar bari aşa mı
Belalar uğramış gölge diyara
Sesler var vadide selam o yara
Yoksulluk ve gam acıtır beni
Devrine derman giden sel kalan deni
Sınav Stres
İnsan bir tarafa kulak açınca
Diğer tarafa sağır
Yorgun savaşçı hayatta kalınca
İstedikçe sen bağır
Sınav stres her birine dalınca
Kaldıramaz yük ağır
Düzgün durgun oltaları salınca
Tutamaz gayri kalır
Sonunda gelmez deseler bulunca
Olamazdı bir hayır
Gelecek aydınlık nurlar dolunca
İşte yolumuz bayır
Sendeki bu neşe benzer kılınca
Sen kınanmadan ayır
Sevgiyi yollarda sıra salınca
Dostunu gel de kayır
Böyle gitmez karanlığa dalınca
Sendeki bu ne tavır
Sinsice
Kalbimi alıştırmam
Hiçbir yere
Şefkat ulaşmayan
Halka kavuşmayan
Tek bir yere
Yola düştü
Yürüdü gündüz gece
Aklında kaldı
İçinde tuttu
Serabı içinde uyuttu
Bir hece
Bilmem doğru mu söyledim
Gerçekten sence
Belki bu hal
Sinsice
Belki bu hal
Delice
Ne ekersen o var
Dilinden dökülen
Gövdesine yapışmış
Özü değil ağacın
O hayatta
Yalnızca
Kabukları sökülen
Sakladığı peygamberi
Öldüren
Sisli Havada Teneffüs
Kartopu gibi
Büyür yüreğimde
Sığmayan
Budakların
Ses ve sen
Sinsi değilsen
İçindeki karmaşa
Bir düşüş
Bir düşünüş
Hüzün vermesin haşa
Ertelemesi olmaz
Yaşanacak değerler
Giden gider
Kalanlar bizi över
Kömür karası değil
Sisli havada teneffüs
Teslim teslimiyet
Getirir özde
Olursa sözde
Gerçeği söylet
Ömrüm durağı
Hey bana sen öğret
Son Dokunuş
Kuşlar özgürlükten oldu
Açlık derdiyle
Balık oltaya takıldı
Yetkin nefsine oldu
Ben artık hangi durakta dursam
Hangi sorularla sorgulansam
Hangi mekan acaba?
İnişler çıkışlar
Çizgiler üstüne kurulu dünya
Alnında bulunan kader izleri
Tepeden bakınca
Görür
Uzakları
Çok uzakları
Yakın bilmekte sırlı
Eller dokunmasa
İnsan usanmasa da
Hırslarının dört dönen dairesinde
Uslanmasa da
Kendim ben miyim?
Dünya bende mi?
Yoksa ben mi dünya da
Bir ben miyim?
Özgürlük hayal dışı
Sonsuzluk son dokunuşta
Sonbahar Yaprağında
Dallarına kar yağmış
Bakınca beyaz
Uğrunda sefa varmış
Yanınca insan
Ateşinde var olan
Soğuk bakışlarda
Uzun günlere veda edip
Takıldı gönlüm
Sonbahar yaprağında
Sarı sarı düşüşler
Ufkumdan koparak
Her biri bir gün
Ömrümden koşarak
Toprağa değdi
Sevdi toprağı
Çünkü
Toprak ilk geldiği yerdi
Sultan Aya Baktı
İşin sırrı çözüldü
Gönül hışmına uğradı sultan
Gizlilik açığa çıktı
Bir gün bir gül bir gönül sultan
Sultan aya baktı bir gece
Önce taş attı
Tekrar attı ama tutmadı
Uzun uzun baktı karanlığa
Fark etti yokluğunu
Bir mum yaktı karanlığa
Direndi mumlarıyla
Sabaha dek
Güneş onu karşıladı
Sultanı bağrına aldı
Uçsuz bucaksız hesaplardan
Suyun Zindandan Arınması
Sevgilinin kulluğu
Suyun zindandan arınması
Topraktan kopup
Uzak denizlere koşan
Zindanda su
Kulluğun adı çıkar olursa
İşte bittiği
Her şeylere bakıp durduğu
Hatırların hiçe sayıldığı
Tuzakların varlığı
Bize çok şey anlatır
O zaman anlaşılır
Sevgilinin kulluğuna vurulmuş
Vurulmuş yollarına pusu
Sen Sultansın
Sen aysın
Güneş kılavuz
Sen gündüzsün
Gecense yalnız
Sen gülsün
Dikense cansız
Sen ateşsin
Suyunsa sonsuz
Sen cansın
Bu beden onsuz
Sen kansın
Damarların doyumsuz
Sen hansın
Malikanen amansız
Sen sultansın
Sarayların dumansız
Sen soransın
Soruların yalansız
Sen de mi
Sen de mi
Meşgulsün bu alemde
Yazıyorum yazıyorum
Yorum yapamıyorum
Fer kalmadı
Bu kalemde
Sen de mi
Gülmezsin bu alemde
Söylüyorum söylüyorum
Sorun yapıyorum
Ter kalmadı
Bu halimde
Sen de mi
Bilmezsin bu alemde
İstiyorum istiyorum
Sırım yapıyorum
Derman kalmadı
Bu elimde
Şeytan
Saltanat
Tahtına kuruldu şeytan
Ahdine ölümsüz
İsyanda sonsuz
Bu alçak şeytan
Her sabah uyanık
İnsan uyurken
Günaha taş çıkarır
Şeytana uyan
Tacında tahtında
İnsan istemez
Şeytanlık tüyünde
Yansan istemez
Gurur bir dağ onda
Eğilmez başı
Secdeden kaçınca
Kovulur o anca
Bilmem bu son değil
Bilmem kaçsan da
Şiir
Dostluk yolunda merdiven
Ölümsüzlük pınarında
Sönmeyen bin yıllık ateşin
Narında
Haydarpaşa garında
Her hüzün
Her yazın
Bütün sılaya kilitlenmiş
Şiirdir karşımda duran
Ne dün
Ne de bugün
Sendelemeden yürür
Çağlara
Bağırırcasına
Ne sendeki hüzün
Ne de bendeki gülün
Ömrü solmadan
Şu An Yüreğimde
Sen güneşim ol
Bu son baharımda
Bugünümde
Yarınımda
Ve de son sabahımda
Ağaran dağların
Tepelerinde
Bağırsam son nefesimle
Rakımı yüksek
Yeşilden
Ovadan
Fırat’tan
Senden uzakta
Her yerde
Söyle şimdi nerede
Duman duman
Yükselir
Şu an yüreğimde
Tutsak Oldum
Uçarken tutsak oldum
Gökyüzü deniz
Bulutlar hançerliyor
Ah bir görseniz
Dünya küçülüyor gözümde
Doğuyla batıyla
Konan göçen hengamıyla
Ben durdum buralarda
Ben durdum son anda
İşte ben
Durdum sözümde
Gönlümde açılan
Pencereler güneşli
Ey küçük dünyam
Nasıl da sığdın pencereme
Nasıl da düştün
Nasıl uçuştun derdime
Tepeden bakışlarda
Nakış nakış yeryüzü
Ne gece duygularım
Ne arzularım gündüzü
Unuttun deme
Unutmam verilmiş sözü
Ben havalarda meyus
İnsanları yok saydım
Yalnız gibi
Ancak yalnızlığa var saydın
Uçuyorum havalarda
Oldukça dünya nerede
Arzu istek bir yerde
Hareket
Bendeki temenni
Düşmez bilinmez derde
Bulutlar dünyaya perde
Hani görünmüyor
Hani olanlar nerede
Başım dönüyor
Kavak yelleri de esmiyor
Anlamadım neden
Neler oluyor
Neler var serde
Uçar Gibi
Ölümünde alem var
Alem senin gönlünde
Alem sende bir hiçti
İşte böyle
Bir ömür taş ustalığıyla geçti
Geçtiği yollar dar
Ömrünü verdi
Ömründe bir son demezdi
Dik durur dik yürürdü
Yanlışlara dur der
İyi yollar denerdi
Susayan gönüllere
Susmayan dillere
Nefesinde ritim
Seslere denetim
Sel oldu sevgi doldu
Gürleyen yüreğinde
Derin derin bir yerde
Derman bakışı derde
Her çekilen besmelede
Bir değer
Bir gönül
Bir aşk vardı
Her harfin yerinde
Şimdi sonsuza göç eden
Uçar gibi
Şemsettin vardı
Ufuklarda Işıklar
Gülde sen gönül desen
Dalında tomurcuklar
Sürgüne duran yaprak
Ömrümü çalma sen
Zaman bende emanet
Beni benden alma sen
Doruklarda kimler var
Derin dertlerinde sen
Anlama anla
Sonra da gelme sen
Erir yüreğimde
Duran görüntülerde sen
Çizgi çizgi belirir
Ufuklarda ışıklar
Kemirir her sabah
Karanlıkları bir bir
Beni bekleyen güneş
Karanlıkta kaybolan
Bütün dostlara eş
Umut
İşte böyle umut
Yol çıkmaz
Kervan geçmez
Yol semtimizden geçmez
Hece hece
Uğrak olduk bu gece
Bu işler bize zor
Hepsi birer bilmece
İşte böyle umut
Geldik gidiyoruz
Yol bize yabancı
Dostlar var
Dostlar var hancı
Bilmem umut
Unutulur mu umut
Unutulmaz bu acı
Ah yol
Karıştı kafam seninle
Geçti bu devran
Geçmez artık seninle
Tutmayan gönlündeki
Tutmayan bu deninle
Umudu yok
Ümitsizliğim Kerbela
Ümitsizliğim
Söndürmez güneşim
Dostum her günüm
Ölümsüzleşse de sönmüşüm
Gökten yere inen
Denizden fışkıran sen
Hayatımı bölen
Gamsız kederlere eş
Binlerce yıl yanan ateş
Sönmezse yüreğinde
Dudaklardan çekilen her nefes
İçine sinmişcesine
Dudaktan dudağa değmese de
Sönmez ve düşmez
Dünyayı saran
Ateş
Kerbela yüreğinde
Sonsuzluk ülkesinde
Neştersiz yaralar var
Derin derin
Çekersin her nefesinde
Zannımca
Çıkacak can ensesinde
Üşümek
Üşümek
Titreyen ayaklarla
Boğuk ve soğuk
Dondurucu sesler
Buharlaşan nefesler
Üşümek
Aralık aylarının
Son haftasında
Buzlu yollarda
Güneş gecelere saklı
Bence biraz da haklı
Gölgeleri kendinden büyük
İnsanların yürüyüşü
Gölgesizleşti böyle havalarda
Eşit eşit yürürler
Gölgelerine aldırış etmeden
Koşamazlar bu yolda
Zemin kaygan
Zeminde durulmaz
Çünkü bu havalarda
Fazlaca soru sorulmaz
Yalaka
Kimsesizlik yanlış adamlardan iyidir
Aşağılık kişilerin hürmeti
İnsanı yüceltmez
Yere yakınlaştırır
İnsanların zikir çeken yüzleri
Parıldayan gözleri
Açık seçik sözleri
İncitir insan olanı
Fark etmezse
Öteki yüzlerini görmezse
Sünger gibi çeker kendine
Yaptıklarını doğru gösterir
Erir
Haklı haksız demeden
Yüzünde saklı
Gizlenmiş benliğini
Göstermeden
Güzel surat
Çirkin yüz
Gözden ırak gibi
Saklı durur
Aldatılmış ibadetlerle
Kendi kanar
Kandırdığını sansa da
Senin yoluna yansa da
İyi söz gibi
Değerli laflarla ansa da
Yelpazeyle Sis Gitmez
Med cezir
Hayat yaşanmış kurban
Belki yıllar önce
Adanmış nezir
Sür git var sen o ele
Direğin tepesi nerede
Kürek çek boşa gitmez
Var eğlen biraz
Var verme sele
Cihan seni anar
Aynı anda sesler çıkar
İçimde isyanlar
Yelpazeyle sis gitmez
Duman tüter
Sana kanar
Kanar kanar yanar
Benliğin örtüsü çizgili
Yol yol olmuş gider
Kimlikte çarpılmışlar
İliklerinde ilgi
Düğümlerle çizili
Yol Meclisten Dışarı
Ay bile yoksullara sızladı
Nazlandı sabahlara dek
Çölde susuz kaldı
Uzun gündüzlerde
Seraba daldı
Yakan kum
Yakan sıcakta
Develerin önünde eşekler
Çekip gider her daim
Sahiplenir çöl
Bir damla gözyaşı düşse
Külleri savrulur karanlıkta ateşin
Yol bulur haramiler
Yol meclisten dışarı
Parlak yıldızlardan arta kalan
Ya binlerce yalan
Ya da binlerce talan
Zamanı Kuşandım
Dostum canım kanım
Zırhına büründüm rüzgarın
Çağın gölgesinde
Ses veren iniltiler
Koca gövdesinde
Siperlere indim hayatta
Derin ve dehliz
Bu hayatta acımasız
Olan
Hepimiz
Bir seliz
Zamanı kuşandım
Dostlara yaranlara
Selam olsun
Zamanla yerinde duranlara
Farkın ateşi yaktı beni
Senden farklı kaynattı
Her gün bir yenisiyle
Hayatı anlattı
Dostum canım kanım
Ağrıyor bende her gün
Ağrımaz gibi
Duran başım
Zıtlar
Zıtlar zıtları doğurur
Yalnız yanlışı olur
Dolar yüreğine
Kokan nefesi
Uzatır kürsüde
Konuşur
Nesi
Ve daha nesi
Dikmek bir hünerse
Yırtmakta beceri
Dersini tam almış
Yuvadan beri
Ne bir santim geri
Ne de ileri
Kötüler kınanır
Baştan aşağı
Kınayan kabarır
Sonunda kalır
Yaşarken olur
Kınadığından
O acıdan tadar
Kurtulur bu dardan
Zulümlerin Esiri
Orada Filistin
Orta yerde çocuk
Şimdiden çok özledi
Ana nerede
Baba nerede
Bağırır her yerde çocuk
Aşına muhtaç
Aşına aç
Çocuk sen zamanların temsilcisi
Zulümlerin esiri
Bilmem kaç yüzyıl sürdü
Daha kaç yıl sürecek
Ve kaç zamanda
Geçecek tesiri
Sana söylüyorum
Ey sen
Orada birileri var
Aşına muhtaç
Aşına aç
Bir Irmak Söndürür
Can cennetine uçtu
Harflerde saklıdır can
Kelimeler büyür
Göz göz olur sayfalar
Anlatır sahralarda
Yeni yağmış karlarla
Hileler gönülden olmaz
Hileler çile dolu
Amansız gidiş
Aman aman
Ateş düştüğü yerden
Başlar yakar
Su ateşe doğru akar
Yüzlerce gönül yanar
Bir ırmak söndürür
Oysa yandıkça anılır
İsimler ta uzaklardan
Yakını anlamak güçtür
Sürgün kelimeler
Cümlelerde bir hiçtir
Sırtı yaralı hayat
Feryat
Erken vakte dek
Vakta ki gelecek
Hangi Mevsim Daha Güzel
Yorgun yürüdüm
Nispet olsun diye yıllara
Kimliğimde çizikler
Derlerdi anlamazdım
Çok önceden
Yaşadığım bu vakit gelmeden
Çocukluğun bıraktığı düşler
Gençliğimin yok olan hayalleri
Hangi mevsim daha güzel
Hangi bağın gülleri
Felsefemde düşünce izleri
Gelecek bu andan belli
Dili yok geçmişin
Düşe kalka kalan
Saklıda duran yaşanmamış
Yaşlanmamış hayalleri
Bir uçtan bir uca
Hayat bir bulmaca
Sevgi saygı hepsinde
Kahırda ekmekte
Toprak o zaman da var
Seher Vaktinde
Uyku çarmıhına çakılı
Duvarda asılıyım
Günahımı gerdirdim
İsa karşısında çarmıha
Alemin sarhoşluğu fark etmedi
Seher vaktinde uyanan güneş gibi
Varlığımda saklı kalan
Tuzakları uzakları anmadan
Kendimden kaçmadım
Sırlarım kapandı kapana
İfşa ettiğim yüreğime
Oysa o hiç kimseye açmadı
Yokluğun varlığımda his
Aydınlık içimde
Gönlümde
Etrafıma bakınca anladım
Karanlık tepeme yağar
Her akşam
Her gece
İnce ince
Para ve Mal
Dünya durmaz bir handa
Çıkar para ve mal
Bir akşam uğradığı handa
Sabaha gidiverir
Sebatsız durur sahibine
Gün doğarken
Gün batarken
Yokluğunu hissettirir
Biran önce biraz önce
İçinde durdurduğu
Efendisine